30 Kasım 2011 Çarşamba

Fesat


"Askeri sırların özellikleri, kapsadıkları bilgilerin derinliğinden değil birbirine benzemelerinden ileri gelir; yeryüzünde Genelkurmay kadar Kierkegaardçı bir kuruluş yoktur" 

 Paul Nizan , Fesat sf. 69 (Bilgi yay. 1975)
Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

Seyahat notları

16 Ocak'ta yeni bir Güney Amerika seyahatine çıkacağım. Seyahat boyunca yaşadıklarımı  yeni açtığım seyahat bloğunda elimden geldiğince yazmaya  çalışacağım.  Ama16 Ocağa kadar bloğun boş boş durmasına gönlüm el vermedi. Bu yüzden önceki Güney Amerika seyahatim ile ilgili bazı ilginç şeyleri oraya ekleyeyim dedim. İlk yazım Güney Amerika seyahati planlayan ve Machu Picchu'ya gitmeyi düşünen fakir gezginlerin işine yarayacak bir rehber niteliğinde. Yazıya şuradan ulaşabilirsiniz http://yarbanabiryolculuk.blogspot.com/2011/11/machu-picchuya-ucuza-gitme-rehberi.html


Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

Porno

Bir çok şeyi ve olayı hatta kişileri kokular üzerinden etiketleyen bir insan olarak porno film denilince burnuma ister istemez viski kokusu geliyor. Zira hem içki ile hem de porno ile aynı zamanda tanıştım. Ortaokuldayken ailesi Fransa'dan yeni kesin dönüş yapmış bir arkadaşım vardı. Babası pek içki tüketen bir insan olmamasına rağmen devasa bir içki koleksiyonuna sahipti. İçmediği için vitrinde sergiliyordu bu içkileri. Hani şu damacana gibi olan 20 litrelik midir artık 10 litrelik mi bilemiyorum kocaman viskiler, konyaklar, türlü türlü içki vardı vitrinde. arkadaşım ile bütün içkileri 1 sene içinde tüketip itina ile içlerine çay koymuştuk. Biz içkilerimizi doldurup ilginç şeyler bulma hayali ile evi karıştırırdık. Bir gün bu evi talan etme girişimlerimiz sırasında  anne babasının condom zulasını keşfettik.
Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

29 Kasım 2011 Salı

Karma yasası ve kahpe felek

Küçüklüğümden beri hep karma yasasına benzer bir şeye  -tabii o zaman `My Name is Earl  yoktu karma nedir bilmiyordum- inanmışımdır. Kabaca benim karma yasası şöyle bir şeydi; ben iyi insan olacaktım, ben iyi bir insan olduğum için de evren beni bir şekilde ödüllendirecekti.

Hani bu piyangodan büyük ikramiye çıkması olur, şans eseri ölümsüzlük veren pınara rastlamak olur, düşünce okuma, uçmak, telekinezi, zamanı bükmek gibi yetenekler geliştirmek olur. Yani bir şekilde ben iyilik yapacağım evren de boş durmayıp beni onurlandıracak. Gülmeyin hemen. Ben buna hep ciddi ciddi inanmışımdır.

Bakkaldan mesela çikolata aldım diyelim. çikolatayı yedikten sonra paketi tam yere atacakken. Birden ensem buz kesilip elim havada kalıyordu. Derinden bir ses;

"laforgue atma o çöpü yoksa ödül yerine ceza alırsın"

diyordu. Piyangodan çıkacak trilyonları çatır çatır yemenin hayali ile çikolata paketini yere atmaktan vazgeçip, yakında da çöp tenekesi olmadığı için  hemen cebe atıyordum. Çikolata lekesi olmuş cepler yüzünden annemden kaç kere ceza aldığımın sayısını unuttum.

Diyelim ki bir şey satın aldım ve satıcı bana para üstünü yanlış verdi. Önce içimden aşağılık bir ses

"Hehehe enayiye bak fazla para verdi hehe" derken

Onu bastıran derinlerden gelen davudi ses;

"Laforgue ödülü unutma!" diyordu.

Hemen satıcıya dönüp beyefendi fazla para üstü verdiniz buyrun diyordum.

Mesela markete gidiyorum. 2-3 parça bir şey alıyorum. Poşete koyarken içimden aşağılık bir ses;

"Poşetin içine bir kaç tane de fazla poşet at evde çöp torbası yaparsın" diyor.

Sonra onu bastıran nur efektli davudi ses;

"laforgue ödülü unutma, poşetler çevreyi kirletiyor. sen evrene kötü davranırsan ödül mödül alamaz avcunu yalarsın" diyor.

Hemen titriyorum ve bırakın fazla poşet almayı, satın aldığım 2-3 parça şeyi poşetten çıkarıp, napoşet dışarı çıkıyorum. Tanrım o davudi ses ömrümü kuruttu desem yeridir. Herhalde davudi ses buyurdu diye yaptığım, kendimi engellediğim, kendimi mahrum bıraktığım şeylerin onda birini saysam buradan Patagonya'ya yol olur.

Tamam da ben evrenle aramı iyi tutmak için böyle canla başla çalıştığım halde ne oldu derseniz. Ebenin fötr şapkası oldu derim. Kusura bakmayın ağzım bozuk olduğu için lütfen, biraz sinirliyim bu konuda.

Ulan evren denilen sahtekar! yalancı felek! Tanıdığım ne kadar çakal, pislik, gargamel kılıklı, iago karakterli insan varsa hepsi penisi testisine denk yaşıyor. Para desen verdin. Kariyer desen verdin. Hatta utanmadın yat, kat bile verdin. Ben laforgue kulun seninle arayı hoş tutmak için bu kadar uğraşmışken neden bana böyle davrandın. Çölde kum, gölde su vermedin düdük makarnası kılıklı seni. Kaç gece;

"ulan tenekinezi yeteneğini verdi mi acep evren "

diye bir su bardağının karşısına geçip ıkına  ıkına hareket ettirmeye çalıştım biliyor musun sen hain evren? Benim ki de laf! tabii ki biliyorsun yavşak evren!

Kaç zaman yollarda yürürken belki şimdi evren bana vermiştir bu gücü deyip;  peter petrelli misali pump! diye sıçrayıp uçmak için kastığımı.

Kaç kere hiç bir şey vermedi belki bunu vermiştir diye; karşımdaki insanlara mind trick yapacağım diye maymun gibi dik dik bakıp rezil olduğumu.

Kaç piyango çekilişinde "tamam bu kez benim sıram" diye tüm paramı piyango biletine yatırıp beş parasız kaldığımı da biliyorsun elbette.

Hepsini biliyor ve rahat döşeğinde kıs kıs gülerek bana bakıyorsun  semender kılıklı şebek evren!

Artık yeter!

Ben onu bunu bilmem karmamda biriken tüm mevduatı hemen istiyorum! lamı cimi yok! yeter beklediğim
Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

Affedersiniz

Kibarlık adına kimi iğrenç, ayıpçı olarak kodlanmış kelimelerin önüne 'affedersiniz' eklenmesi vardır ki bende mide ağrılarına yol açıyor. Çabalıyoprum çabalıyorum ama bu kelimenin bu amaçla  neden kullanıldığını algılayamıyorum.  Kullanıldığı zaman oturduğum yerde hırslanıyor o an devam eden sohbete ilgimi yitiriyorum.

- ben köpeğimi gezdirirken yanımda poşet taşıyorum, affedersiniz kakasını yaptığında hemen poşetle alıp çöpe atıyorum. 

-Affetmiyorum kardeşim. Affetmem. 

Gerçekten senin köpeğin sıçıyor diye neden seni affedeyim ki? Köpeğinin  gayet doğal bir ihtiyacını gidermesine kızmadım ki. Hem bak aferin yanında poşet bile taşıyormuşsun. Ayrıca zaten "kaka" diyerek sıçma eylemini ve boku elinden geldiğince kibarlaştırmışsın, duble kibarlık yapacağım diye ne uğraşıyorsun ki? 

- Sınavdayken affedersin lavaboya gitmem gerekti. Sınav gözlemcisi yasak dedi ve bana izin vermedi. 

-Affetmiyorum! Affetmem de. Lavabo fetişisti seni. 

Tanrım! Tanrım! Bu tipleri hele hiç anlamıyorum. Resmen kombo yapıyor. Aynı cümle içinde hem tuvalet yerine lavabo diyorsun hem de bunu affedersin ile taçlandırıyorsun bu hareketini. Kibarlık denizinde boğul emi! 

-Alnına ne oldu nasıl da şişmiş 

- Ya sorma , geçen gün affedersin banyodaydım, ayağım kaydı düştüm o zaman oldu.

- Vay  köftehor vay! Gözüm görmesin seni bir daha, defol! 


Güzel arkadaşım benim banyoya girdiğin için neden seni bağışlayayım? Asıl düzenli olarak banyoya girmezsen ve bu yüzden burnumun direği kırılırsa sana kızarım. Ne sanıyorsun banyo yapma eyleminden bahsettiğinde, insanların senin çıplak halini düşünüp mastürbasyon yaptıklarını falan mı düşünüyorsun. Ya da daha açık sormak gerekirse; sen ne yapıyorsun banyoda tanrı aşkına! Diğer insanların yapmadığı bir tek senin yaptığın pek ayıpçı bir şey mi icad ettin? O yüzden mi af dileniyorsun.

Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

28 Kasım 2011 Pazartesi

Kadavra



Vücudunuzu kadavra olarak bağışlamak istiyorsanız çetin bir sınavdan geçmeye hazır olun. Zira Türkiye' de vücudunuzu kadavra olarak bağışlamak, kabir azabından beterdir. Bir aralar tıp fakültesinde bir hasta için düzenli kan veriyordum. Yine kan vermek için hastane gittiğim zaman aklıma gelmişken  organlarımı bağışlamak geldi. Hastanenin içinde uzun süre koridor koridor dolaşıp, insanların sorgulayıcı bakışları ile karşılaşıp, organ bağışlamak istediğim için nedense dalga geçen insanlarla gereksiz sohbetler yaptıktan sonra nihayet kendime muhatap bulup gerekli formları doldurdum.
 Organları bağışlamam için gerekli evrakları doldurduktan sonra "Organlar alındığında nasıl olsa gömülecek pek bir şey kalmayacak benden. Niye vücudumu da kadavra olarak bağışlamıyorum ki" dedim kendi kendime. Doldurulmuş hayvanlar misali boşaltılmış vücudum gömüleceğine bari tıp fakültesinde öğrenciler tarafından kullanılsın diye düşündüm. Oradaki görevliye  kalan vücudumu da tıp fakültesine bağışlamak istiyorum dediğimde;
 
"Neden vücudunun oyuncak gibi kullanmasını istiyorsun?" 
"Sen müslüman değil misin?" 
"Kabir azabı çekersin bak günah." 
gibi ilginç tepkilerle karşılaştım. Hatta benim
Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

Cafe Laforgue'u Bolivya'dan Wara ile açıyoruz


Cafe Laforgue'u Güney Amerika'dan bir Progressive Rock grubu ile açalım istedim. Güney Amerika ve Progressive Rock kelimeleri yanyana gelince çoğumuzun aklına hemen Los Jaivas gelir. Bu gün paylaşacağım grup Los Jaivas değil. Bolivya'dan bir grup 'Wara'.  Bolivya komşuları Arjantin ve Şili'nin aksine Progressive Rock ile ilgili fazla üretimin olmadığı bir ülke. 1971 yılında Arjantin'deki  B.A. Rock festivalinden dönen iki genç bu eksikliğin farkına varıp biz neden yapmıyoruz ki diyorlar.  Bu iki genç yani sonradan grubun vokalisti olacak olan Dante Uzquiano ve Basçı Omar Leon Arjantin-Bolivya sınırında bu grubu kurmaya karar verdiklerinde şüphesiz 40 sene boyunca  onlarca albüme imza atacakları büyük bir maceraya giriştiklerini bilmiyorlardı. İkili yanlarına  Jorge Cronembold,  Pedro Sanjines, Natainel Gonzales ve Calos Daza gibi müzisyenleri de alarak 72 yılında Grubu kurdular. Gruba isim olarak   Aymara dilinde yıldız anlamına gelen 'wara' kelimesini seçmeleri aslında ne tip bir müzik yapacaklarını da ortaya koyuyordu. Grup için müzik yapmak bir kimlik mücadelesiydi. Onlara göre Bolivya'nın gelişmesi yerli kültürü ile barışmaktan geçiyordu. Ancak blue jean ve deri ceketleri ile partiden partiye koşan gençler kendi kültürlerinden uzaklaşmış, kendi kültürlerini küçümser haldeydiler. Bu yüzden o gençleri de etkileyecek, kendi kültürleri ile kucaklaşmalarını sağlayacak bir formül buldular. Ulusal Rock'tı bu formülün adı (Bizim Anadolu Rock'ı çağrıştırıyor sanki). Bu formülü 1973 yılında çıkardıkları ilk albümleri El Inca'da uygulayan grup albüm kapağına da Bolivya'nın başkenti yakınlarında kutsal bir antik yerleşim olan Tiwanaku şehrindeki Puerta del Sol yani güneş kapısındaki kabartmalardan birini koydu. El Inca albümü folk, psychedelic, senfonik ve progressive öğelerin güzel bir harmanıydı .
Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

27 Kasım 2011 Pazar

Sinema tarihinin en cool karakterleri

Kendimce bir liste yaptım ama baştan uyarayım "Sen bize cool dedin bunlar maço çıktı" "Hani cool'du bak şu karakter bildiğin ezik" gibi yorumlar istemiyorum. Herkesin cool'u kendine, bunlar benimkiler.  Yunan tanrıları gibi 12 karakterden oluşan listem şu şekilde;

1- Ryunosuke Tsuke ; Listemizin ilk sırasını elbette  Dai Bosatsu toge filminde Tatsuya Nakadai'nin canlandırdığı bu sıradışı samuray almalıydı.Daha sonra film hakkında ayrıntılı bir yazı yazar linkini de buraya koyarım. Bu arada bloğumun fon resmi de bu filmden.




2- Jef Costello;  Japon işi samuraydan sonra listemizin ikinci sırasında fransız bir samuray var. Bloğumuzun girişindeki "Il n’y a pas de plus profonde solitude que celle du samouraï si ce n’est celle d’un tigre dans la jungle … peut-être" cümlesi de bu filmden. Jean-Pierre Melville'in 1967 yılında çektiği  Le Samouraï filminde  Alain Delon'un canlandırdığı her eve lazım katilimiz Jef Costello kuşkusuz
Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

26 Kasım 2011 Cumartesi

Üniversiteler ve Kölelik; Türkiye'de arkeolog Olmak


Türkiye'deki arkeolojik kazılarda kazıda çalışan aşçılar, kazma kürek kazı yapan işçiler, bekçiler, mimarlar, servis şöförleri hatta tek görevi çıkan seramikleri yıkamak olan kadın işçiler de dahil olmak üzeri tüm çalışanlar, kazıda çalışan arkeologlardan daha fazla maaş alırlar. İşin tersi bu saydığım kişiler günde sadece 8 saat çalışırken (seramik yıkayan kadınlar 3 saat çalışıyor) arkeologlar sabah 6' dan gece 12' ye kadar çalışırlar. Nasıl oluyor da arkeologlar, kazının asli unsuru olmayan diğer personelden daha az maaş alıyor? Bu süreç nasıl işliyor?

Diyelim ki doktora ya da yüksek lisans öğrencisisiniz ve kazıyı yapan hoca sizi projede (mesela Tübitak) gösterdi. Normalde proje üzerinden Tübitak size burs yani bir anlamda 'Maaş' verir. Verir ama bu parayı hocadan alamazsınız. Hoca bu paranın en az yüzde 70' ine projenin bütçesinin yeterli olmadığını öne sürerek el koyar. Diyelim ki kazıya proje üzerinden gitmediniz ve hoca sizi maaşlı eleman olarak gösterdi. Bu durumda sizi `uzman işçi` olarak gösterir ki bu sayede resmi kurumlardan aldığı bütçeden size en yüksek maaşı verebilsin. Yüksek maaş dediğime bakmayın. Bordroda maaşınız yüksek gözükebilir ama bu kez hoca size kazı başında bir belge imzalatır ya da maaşınızın yatacağı banka kartınıza el koyup maaşınızın yine %70 hatta %80' ine el koyar. Bunu yaparken gerekçe olarak ; kazının fazla bütçesi olmadığı, kazıda çalışan arkeolog ve öğrencilerin maaşlarına el konulmazsa
Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

Nazilerin barına Che Guevara tişörtüyle girmek

Bogota' da ilk günlerim, Venezuela'dan aldığım Che Guevara tişörtümü giyip vurdum kendimi sokaklara, kenti keşfediyorum. Kentin merkezi ve de turistik semtlerinden biri olan La Candelaria'da bir pasaj var ki içerisi tamamen rock bar dolu. Tanrım burası cennet dedim ve sırası ile bütün barları dolaştım. Zira her tür için ayrı bar var. Birisine giriyorsunuz sırf heavy, birisine giriyorsunuz death. Anlayacağınız her eve lazım bir pasaj. Kolombiya'da da aynı Türkiye'deki gibi kapalı mekanlarda sigara içme yasağı başladığı ve pasajdaki barlarda teras benzeri açık alanlar olmadığı için ikide bir dışarı çıkıp sigara içiyorum. 

Neyse efendim yine dışarıda sigaramı tüttürürken ayaklarında postal bir grup dazlak geçti önümden, kollarında ss bantları, tişört üstü pantalon askısı.. aynı filmlerdeki gibi bildiğin Naziler. Gözlerime inanamadım, "ne oluyoruz fazla mı içtim acaba" diye düşünürken köşeden bir grup daha dazlak çıktı ve diğerlerinin gittiği yöne doğru yürümeye başladılar. Ben de salağım ve meraklı bir türküm ya, Nazilerin ne işi var acaba Kolombiya' da diye bir merak aldı beni. Başladım bunların gittiği yöne doğru yürümeye.
Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

god-brother.....you lie..


Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

25 Kasım 2011 Cuma

Shinjû: Ten no amijima (Double Suicide)

Japon Yeni Dalga akımının yani Nuberu Bagu'nun önemli temsilcilerinden biri olan Masahiro Shinoda'nın 1969 yılında yönettiği Evli bir kağıt tüccarı olan Jihei ile Koharu isimli bir fahişe arasındaki trajik aşk hikayesini anlatan bu filmin hikayesi aslında Japon Kukla Tiyatrosu (Bunraku) için yazılmış bir oyuna dayanıyor. Ünlü oyun yazarı Chikamatsu Monzaemon'un 1727'te yazdığı Shinjū Ten no Amijima or Shinjūten no Amijima isimli oyundan içinde ünlü Japon besteci Tôru Takemitsu'nun da bulunduğu bir senaryo ekibi tarafından sinemaya uyarlanmış. Tôru Takemitsu Japon sineması ile ilgilenenlerin iyi bildiği bir isim. Onun için Japonların Ennio Morricone'si demek mümkün. Aralarında Ran, Jôi-uchi: Hairyô tsuma shimatsu, Seppuku gibi başyapıtların da bulunduğu 90'a yakın filmin bestecisi olan Takemitsu'nun ilk ve tek senaryo çalışması bu film. Elbette filmin müziklerinde de Takemitsu imzası var. Filmi izlemeden önce kesinlikle Japon kukla tiyatrosu Bunraku hakkında bilgi edinmek gerekiyor. Zira Bunraku geleneği tüm filme damgasını vuruyor.

Bunraku bir diğer ismi ile Ningyō jōruri 1684 yılında ilk defa Osaka'da sahnelenmiş olan bir Japon kukla tiyatrosu tekniği. Oyunlarda kabaca bahsedecek olursak Ningyōtsukai(kuklacılar) tarafından kuklalar oynatılırken arka planda Tayū (karakterlerin bölümlerini okuyan kişi) oyun metnini melodik bir şekilde okur, Shamisen(müzisyen) ise oyunun gidişatına göre dramatik yapıyı güçlendiren melodilerle oyuna eşlik ederler, kafaları dahil bütün vücutlarını örten siyah elbise giymiş Kuroko ismi verilen
Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

24 Kasım 2011 Perşembe

Samadhi

Raccomandata Ricevuta Ritorno'dan Luciano Regoli ve Nanni Civitenga , I Teoremi'den Aldo Bellanova ve L' uovo di colombo'dan tanıdığımız davulcu Ruggero Stefani'den oluşan ve 1974 yılında tek albüm çıkarıp dağılan İtalyan Progressive Rock grubu. Yukarıda saydığımız bu tanıdık müzisyenlere ek olarak ilk defa bu grupta gördüğüm Stefano Sabatini (klavye) ve Stevo Saradzic (saksafon ve flüt) de gerçekten iyi iş çıkarmışlar. Kimbilir neden 74 öncesi ve sonrası bu iki müzisyenin isimlerine başka hiç bir grupta rastlayamıyoruz. Sonuç olarak Luciano Regoli'nin vokalleri her zamanki gibi müthiş. İtalyan Progressive Rock'a yeni başlıyorsanız bile pop, jazz rock ve psychedelic dokunuşları ile farklı geleneklerden gelen dinleyicileri de tatmin edecek olan bu albümü korkmadan edinip dinleyin efendim. pişman olmazsınız. 

Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

Linux için metin içi arama programı, RECOLL

Recoll, Linux için pdf ve diğer formatlardaki dokümanlarınızı indekslemenizi ve masaüstünde kullanışlı bir arayüz ile anahtar kelimeler üzerinden bu dokümanlar içinde toplu arama yapmanızı sağlayan bir program. Arama kısmına girdiğiniz anahtar kelimenin yer aldığı bütün dosyaları alt alta sıralayıp, yanlarına hangi cümle içinde geçtiğini yazıyor. isterseniz dokümanı açmadan da ön izleme yapabiliyorsunuz.




Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

Mastürbasyon


5 yaşlarındayken bir gün halının üzerine yüzüstü yatıp ileri geri sürtünmenin ne kadar muazzam olduğunu keşfettim. Benden başka bir allahın kulunun bilmediğini, benim keşfettiğimi sandığım bu eyleme bir de isim verdim, "Üs" diyordum. Uzun bir süre,  kimseler görmeden güzel güzel 'üs' yaptım. Bir gün her zamanki gibi  televizyon seyredip, üs   yaparken odaya teyzem girdi. Ben hiç istifimi bozmadan üs yapmaya devam ettim. Teyzem "ne yapıyorsun" diye sordu. Gayet normal bir şey yapıyor olmanın verdiği güvenle "üs yapıyorum teyze " dedim. Teyzem anlayamadığım şekilde bana çok kızdı, insanların yanında bunu yapmamam gerektiğini çok ayıp olduğunu. eğer yaptığımı görürse beni pipimden asacağını söyledi. Bu bana ders oldu. Artık insanların yanında bu güzel şeyi yapmamam gerektiğini öğrenmiştim. Ben de gizli gizli yapmaya devam ettim. 
Bir gün o zamanki yakın arkadaşlarımdan biri ile oynarken, bu büyük keşfimi artık insanlık ile paylaşma zamanınım geldiğini düşünmüş olacağım ki lütufkar bir biçimde ona bir şey göstereceğimi ama kimseye söylememesi gerektiğini söyledim. Yattım yere ve büyük bir ciddiyetle nasıl yapılacağını gösterdim. Arkadaşım güldü , küçümser bir tavırla "ben zaten yapıyorum ki" dedi. Tanrım! O an sanki dünyam yıkıldı. Bunu benim bulduğuma o kadar inanmıştım ki .

Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

Utanınca ıslık çalmak

Küçüklüğümden beri, aklıma beni çok utandıran bir anım geldiğinde nedendir bilmem hemen ıslık çalmaya başlıyorum. Islıkla çaldığım melodiler ise nedendir bilmem kesinlikle sevdiğim şarkılardan olmuyor. Beni utandıran anılar sahne olarak kafamda canlandığında birdenbire kendimi, Küçük Emrah'ın "hey hey taksi" ya da Yonca Evcimik'in "bandırra bandırra ye beni" şarkılarını ıslıkla terennüm ederken buluyorum. Latimer ıslah etsin beni.
Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

Cin Ali

1968'de basılmaya başlanan Cin Ali serisi yüzünden bu ülkede android beyinli, estetik duygusundan yoksun iki üç kuşak yetişti resmen. Ayşegül serisi misali şeker gibi çizimleri olan çocuk kitapları üretileceğine hangi akla hizmet bu çöp adam külliyatı basıldı anlayamıyorum. 


Sadece çizimler mi sorunlu sanıyorsunuz, cyborglara yaraşır kısa, net emir cümleleri ile konuşan bir garip çöp adamlar dünyasıdır Cin Ali evreni;

"al cin ali. kırbacı topaca sar, yere koy"

"aferin cin ali. topacın iyi döndü. kırbaca iyi vur."

"kaya çetin'e: - vur, çetin vur! topaca kırbacı iyi vur! canlı canlı vur! topacın iyi dönsün. güzel güzel dönsün, dedi."
Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

Rüya

Aslında gördüğü rüyaları hatırlamayanlar grubundayım. Ender olarak hatırlayabiliyorum gördüğüm rüyaları. Ama küçükken gördüğüm, beni korku krizlerine sokan iki rüyam var ki bu ikisini hayatım boyunca tüm ayrıntıları ile hatırlayacağım sanırım.   

 Bunlardan ilkini 5 yaşlarında gördüm. Rüyamda; evin yakınlarında bir taş köprü var orada arkadaşlarımla oynuyoruz.
Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

Koruk Salatası

İyi bir blog için bol bol yemek tarifi yayınlamanın ne kadar önemli olduğunu farkedip de çiçeği burnunda bloğuma yemek tarifi koymasam olmazdı. Bizim İzmir civarında Koruk Salatası nasıl yapılır anlatarak Laforgue'un Mutfağı yazı serisini başlatalım. 
 
Öncelikle malzemelerimiz;
 
Zeytinyağı 
Acur 
Soğan  
Domates 
Sarımsak 
Koruk  
varsa taze nane ve maydanoz.
Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

Pişmanlık


İnsanlar bazen büyük büyük kelimelerle "yaptığım hiç bir şeyden pişman değilim, hayatımda hiç keşke dediğim bir şey yok" derler ya. işin doğrusu ben de  böyle diyenlerdenim. Pişman olmadığımı anlatırken de  omuruma dikine sopa monte edilmiş gibi dik durmayı ve kelimelerin üzerine basa basa, -her kelimem karşımdakinin kafasına balyoz gibi insin diye- tane tane konuşmayı da unutmuyorum. Sanırım karşımızdaki insanlara, onların aksine ne kadar kendimizle barışık olduğumuzu göstermeye çalışıyoruz. Ama kazın ayağı öyle değil. 
Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

23 Kasım 2011 Çarşamba

Ubuntu 11.10'da Nautilus'a terminal uygulaması yerleştirmek


Ubuntu 11.10'unuzu kurduktan sonra Nautilus'a terminal gömmek istiyorum derseniz şunları yapıyoruz;


öncelikle "ctrl+alt+t" yaparak terminali açalım ve aşağıdaki kodları girelim (çizgiler yok elbette) ;

                                             ____________________________

                sudo add-apt-repository ppa:flozz/flozz
                sudo apt-get update
                sudo apt-get install nautilus-terminal

                                               ____________________________

                                        
Nautilus-terminal uygulamasını kurduk, şimdi  terminale;

                                             ____________________________
               nautilus -q  
                                             ____________________________


yazıp enter tuşuna bastığımızda nautilus yeniden başlatılacak ve bundan böyle Nautilus penceresinde nurtopu gibi bir terminalimiz olacak.



Eğer "Ben terminal Nautilus'a gömülü olsun istiyorum  ama öyle  sürekli de göz önünde olmasın  ben isteyince meydana çıksın" diyorsanız, kolayı var;
Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

Ekşi Sözlük logosundaki siyah bant



Biraz önce Ekşi Sözlük'teki hesabımı kapattım. Çoğunuz bir süredir Ekşi Sözlük yazarlarına karşı birbirinin peşi sıra davalar açıldığını biliyorsunuz. En son Haziran ayının sonlarına doğru bir yazarın bilgilerinin Ekşi Sözlük tarafından savcılığa verilmesiyle birlikte bir dizi olay yaşanmış, Ekşi Sözlük LTD'nin ben görmedim, bilmiyorum, duymaya ve bir şey söylemeye de niyetim yok tutumu yüzünden bir çok yazar sözlük hesaplarını silmişti.

En son Mehmet Baransu tatsızlığında da Ekşi Sözlük yönetimi (şirket), tavırsızlığını ne yazık ki değiştirmedi. "Allah yok, din yalan" türü beyanların hakaret kabul edilmesinin acayipliği bir yana, sansüre karşı mücadelede bir taraf olduğunu her fırsatta söyleyen, ekşi sözlük logosuna siyah bant çekerek bunu cümle aleme duyuran ekşi sözlük yönetimi, nedense Twitter ve basında, bahsi geçen yazarlar üzerinden linç kampanyası düzenlenirken yani sorun tam da ifade özgürlüğü iken dut yemiş bülbül gibi davranmakta sakınca görmedi.
Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

Git

















Por eso vuelvo y me voy,
vuelo y no vuelo pero canto:
soy el pájaro furioso
de la tempestad tranquila.


(Neruda)
Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...