17 Aralık 2011 Cumartesi

Arı Alerjisi


Pek sinsi bir alerjidir 40 sene mutlu mesut yaşayıp 41 yaşında bile arı zehirine karşı alerji geliştirmeniz mümkün. O yüzden dikkatli olmak lazım. Ama dert değil 1-2 kere şoka girdikten, hastanelerde yattıktan sonra seve seve bu alerjii ile birlikte yaşamayı öğreniyorsunuz. Bu hain arı milleti yüzünden senelerdir sırt çantamda şırınga ve kortizon taşıyorum. Tatile çıktığımda, yeni bir yere gittiğimde ilk iş olarak yeni tanıştığım insanlara eğer şoka girersem ne yapmaları gerektiğini anlatıyorum. 

Bu hain arı milleti kimin onların zehrine karşı alerjisi olduğunu hissediyor sanki ve sizi gördüklerinde tim halinde saldırıyorlar. Aralarında şöyle konuşmaların geçtiğine eminim; 

-Şu sakallı herif sanki alerjik gibi

-Evet, ben de öyle hissettim bir an

-Hadi sokup öldürelim onu. sen sağdan dal ben soldan

-Kraliçe aşkına saldırınnnn

Yoksa bu arı milleti kendi doğal yaşam alanları olmayan kent merkezi, metro, otobüs gibi yerlerde bile yüzlerce kişi arasından niye beni seçip ikide bir soksunlar. Hayır zamanında gidip arı yuvası bozmuşluğum, kovanlarına sopa sokmuşluğum falan da yok.
Nereden geliyor bu kinleri bilmiyorum. Son iki senedir en az 6 kere bu saldırgan arı milleti yüzünden kortizon vurdurduğum için aldığım 20 kilo sanki belime 7 yaşında bir çocuk sarmışım gibi tüm haşmeti ile vücudumu süslüyor. Sanırım hayatımın en korku dolu dakikalarını bu arı alerjim yüzünden yaşadım. Aslında iki. Evet en korkunç iki anım bu arı alerjim ile ilgili;

Sanırım yıl 2000 civarı. Kazı için Datça' ya gitmiştim. Geri dönerken genciz güçlüyüz otostopçuyuz ya otostop çekmek için Eski Datça yol ayrımına gittim. Başladım otostop çekmeye. Saatlerce beklediğim halde Marmaris'e giden bir taşıt bulamadım. En son nihayet bir pikap durdu adam Emecik'e gidiyormuş. Adam "Burada boşuna bekleme gel ben seni köyün oraya kadar götüreyim orada knidos' tan gelen arabalar da olur daha rahat vasıta bulursun" dedi. "Tamam" deyip atladım arabaya. Adam beni Emecik yol ayrımında yani dağın başında, " burada bekle kesin gidecek araba bulursun" diyerek indirdi. 

Bekle bekle gelen giden yok  ben de başladım Marmaris'e doğru yürümeye. İn cin top oynuyor, şeytanlar cirit atıyor temalı orman yürüyüşüme devam ederken birden uğultu dikkatimi çekti. Tanrım! Kafamı kaldırmamla sağım solum önüm arkam sobe! Ağaçların altında düzenli düzenli yerleştirilmiş yüzlerce arı kovanı ve bu kovanların sakini milyonlarca arı beni seyrediyor. Dırınınımmmm! "sıçtın oğlum" dedim. Tanrım nasıl korkuyorum. Çevremde milyonlarca arı ve kimsecikler yok etrafta. Geriye doğru baktım 15 dakikadır yürüdüğüm yolun iki tarafı da dağ taş arı kovanı. Farketmeden yürümüşüm. İleri doğru yürümeye korkuyorum, geriye doğru yürüsem orada da arı var.Korku filmi gibi. Herhalde bir 10 dakika kadar şok olmuş vaziyette kalakalmışımdır. Sonra beklemenin daha tehlikeli olduğunu, yürürsem belki tehlikeli bölgeden çıkabileceğimi düşündüm. Tabii bunları düşünürken aynı zamanda arılar bana saldırırsa ne bok yerim, kaç saat içinde ölürüm, cesedimi ne zaman bulurlar, cenaze törenimde kimler olur kimler ağlar diye de düşünüyorum. 

Yaklaşık yarım saatlik dehşet dolu bir yürüyüşten sonra en sonunda bir arabanın geldiğini gördüm. Yüzümü en masum/mazlum haline getirerek otostop çektim arabaya. Sanırım şoförün iyi günüymüş zınk diye durup beni aldı.Tanrım nasıl da rahatlamıştım. Adama durumu anlattım heyecanlı heyecanlı, nasıl alerjim olduğunu, hain arıların nasıl da en olmayacak yerlerde beni bulup soktuğunu söyledim. Adam "Şanslıymışsın o kadar arı arasında bir tanesi bile gelip sokmamış" dedi. Karşılıklı gülmeye başladık. Tam o sırada kolumda zınk diye bir acı hissettim. camdan giren bir arı "Seni boş göndermeyiz, ne bu acelen daha karpuz kesecektik" dercesine sokmuştu.

Diğer bir dehşet dolu anıma ev sahipliğini ise Kolombiya yaptı. Kolombiya'da tanrının adını unuttuğu Dibulla isimli bir balıkçı kasabası buldum. tam kafa dinlenecek yermiş diyerek orada kalmaya başladım. Genel olarak sıcak kanlı insanlar olduğu için deniz kıyısında balıkçılarla beraber çardakların altına oturup bira içerek, onlarla kağıt oynayarak günlerimi mutlu mesut geçiriyorum. 

Bir gün havadan sudan sohbet ederken oradaki arkadaşlarımdan Carlo "Sen hiç timsah gördün mü? Görmediysen ben yarın hindistan cevizi toplamaya gideceğim. Orada bir nehir var timsah kaynıyor. benimle gel timsah besleriz" dedi. Havalara zıpladım tabii. ertesi gün sabah erkenden hazırlandık, sahilden timsahı beslemek için 2-3 kilo balık aldık. Carlo'nun sütçü beygiri havasındaki atını da yanımıza alıp başladık yürümeye. 

 Bildiğin lost adası gibi bir atmosfer, bir tarafımız hindistan cevizi ağaçları bir tarafımız okyanus . Yol falan yok tabii. Yürünebilirlik durumuna göre kimi zaman plajdan kimi zaman ormandan gidiyoruz. Ata bir o bir ben binerek yaklaşık 2,5 saatlik bir yürüyüş sonunda Carlo' nun bahsettiği nehire geldik. Hikayeyi uzatmayayım timsah olayını başka bir zaman yazarım. Yanımızdaki balıkları suya vurarak timsah çağırdık ve besledik. Carlo kendi hindistan cevizi tarlasına gidip hindistan cevizi toplayacağını, 1 saat içinde döneceğini, onunla gitmemin ve yorulmamın gereksiz olduğunu tek başına daha çabuk toplayıp geleceğini söyleyerek beni dalgaların az olduğu bir koya bıraktı. Çıkarttım elbiselerimi atladım suya. Biraz yüzdüm. 

Bir süre yüzdükten sonra sanki çok gerekliymiş gibi kumda biraz güneşleneyim dedim. Yüzüstü uzandım kumlara ki "zınkkkkk" diye bir ağrı girdi sol mememe. Herhalde sivri bir taşçık var o battı diye düşünüyorum. Aklıma arı, böcek vs sokmasını da getirmiyorum. Vücudumu sağa sola oynatarak biraz kenara kayayım taştan kurtulayım dedim. Tanrım! Ağrı daha da şiddetleniyor, yayılıyor. Hafif doğruldum ki meme ucunun hemen altında hafif ezilmiş ölü bir arı sallanıyor. Ananı! dedim can havliyle(sanırım insan canının derdine düşünce içindeki seksist canavar uyanıyor) 

Ne yaparım ben şimdi, cep telefonu yok, kortizonlar kaldığım kasabada çantamın içinde, bir tarafım orman bir tarafım okyanus, 2,5 saat boyunca hiç insan ya da evle karşılaşmadan yürümüş gelmişiz, en yakın insan 2,5 saat uzaklıkta. Carlo desen hindistan cevizi toplamak için ormanın içine dalmış nerede olduğu belli değil. Kalbim başladı küt küt atmaya. her zamanki gibi ölürsem cesedimi ne zaman bulurlar, cesedim Türkiye'ye ulaştırabilir mi, cenaze töreninde kimler nasıl ağlar diye düşünüyorum (her ölüm tehlikesi yaşadığımda nedense cesedim ne olacak diye düşünüyorum). 

En iyisi kasabaya doğru gideyim koşa koşa, orada sağlık ocağında kurtarırlar beni kesin dedim. Başladım koşar adım gitmeye, kalbim küt küt. bu kez "ulan" dedim "şimdi hareket ediyorum diye kan dolaşımım hızlanıp zehir daha hızlı yayılırsa ne yaparım?". İki ucu boklu değnek, yürümeyip Carlo'yu beklesem bir dert, kasabaya doğru yürüsem bir dert. dedim en iyisi koşmadan yürüyeyim derin derin nefes alıp ritmimi düzenleyeyim belki ölmem. Yok kalbim hala küt küt. Korkudan oluyor herhalde dedim. Baktım kalbin hızlı atmasından kurtuluş yok battı balık yan gider hesabı başladım koşmaya. Carlo ile 2,5 saatte geldiğimiz mesafeyi 1,5 saatte almışım. Neyse ki korktuğum başıma gelmedi de sağlık ocağına ölmeden yetişebildim.
Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...