Pek sinsi bir alerjidir 40 sene mutlu mesut yaşayıp 41 yaşında bile arı zehirine karşı alerji geliştirmeniz mümkün. O yüzden dikkatli olmak lazım. Ama dert değil 1-2 kere şoka
girdikten, hastanelerde yattıktan sonra seve seve bu alerjii ile
birlikte yaşamayı
öğreniyorsunuz. Bu hain arı milleti yüzünden
senelerdir sırt çantamda şırınga ve kortizon taşıyorum. Tatile
çıktığımda,
yeni bir yere gittiğimde ilk iş olarak yeni
tanıştığım insanlara eğer şoka girersem ne yapmaları
gerektiğini anlatıyorum.
Bu
hain arı milleti kimin onların
zehrine karşı alerjisi olduğunu hissediyor sanki ve sizi gördüklerinde tim halinde
saldırıyorlar. Aralarında şöyle
konuşmaların geçtiğine
eminim;
-Şu sakallı herif sanki alerjik gibi
-Evet,
ben de öyle hissettim bir an
-Hadi sokup
öldürelim
onu. sen sağdan dal ben soldan
-Kraliçe aşkına
saldırınnnn
Yoksa bu arı milleti kendi doğal yaşam
alanları
olmayan kent merkezi, metro, otobüs gibi yerlerde bile
yüzlerce kişi arasından niye beni seçip ikide bir soksunlar.
Hayır
zamanında gidip arı yuvası bozmuşluğum, kovanlarına
sopa sokmuşluğum falan da yok.
Nereden geliyor bu kinleri
bilmiyorum. Son iki senedir en az 6 kere bu saldırgan arı milleti
yüzünden kortizon vurdurduğum için aldığım 20 kilo sanki belime 7 yaşında bir çocuk sarmışım
gibi tüm haşmeti ile vücudumu süslüyor. Sanırım hayatımın en
korku dolu
dakikalarını bu arı alerjim yüzünden yaşadım. Aslında iki. Evet en korkunç iki anım bu arı alerjim ile ilgili;
Sanırım yıl 2000
civarı. Kazı için Datça' ya gitmiştim. Geri dönerken
genciz güçlüyüz otostopçuyuz ya otostop çekmek için Eski Datça yol ayrımına gittim. Başladım
otostop çekmeye. Saatlerce beklediğim halde Marmaris'e giden bir
taşıt bulamadım. En son nihayet bir pikap durdu adam Emecik'e
gidiyormuş. Adam "Burada boşuna bekleme gel ben seni köyün oraya kadar
götüreyim orada knidos' tan gelen arabalar da olur daha rahat
vasıta bulursun" dedi. "Tamam" deyip atladım arabaya. Adam beni Emecik
yol ayrımında yani dağın başında, " burada bekle
kesin gidecek
araba bulursun" diyerek indirdi.
Bekle bekle gelen giden yok ben de başladım Marmaris'e doğru yürümeye. İn cin
top oynuyor, şeytanlar
cirit atıyor temalı orman yürüyüşüme devam ederken birden
uğultu dikkatimi çekti. Tanrım! Kafamı
kaldırmamla sağım solum
önüm arkam sobe! Ağaçların altında düzenli düzenli
yerleştirilmiş yüzlerce arı kovanı ve bu kovanların sakini milyonlarca arı
beni seyrediyor. Dırınınımmmm! "sıçtın oğlum" dedim. Tanrım nasıl korkuyorum. Çevremde milyonlarca arı ve kimsecikler
yok etrafta. Geriye doğru baktım 15 dakikadır yürüdüğüm yolun
iki tarafı da dağ
taş arı kovanı. Farketmeden yürümüşüm. İleri doğru yürümeye korkuyorum, geriye doğru yürüsem orada da
arı var.Korku filmi gibi. Herhalde bir 10 dakika kadar şok
olmuş vaziyette kalakalmışımdır. Sonra beklemenin daha tehlikeli
olduğunu, yürürsem belki tehlikeli bölgeden
çıkabileceğimi düşündüm. Tabii bunları düşünürken aynı
zamanda
arılar bana saldırırsa ne bok yerim, kaç saat içinde
ölürüm, cesedimi ne zaman bulurlar, cenaze törenimde kimler olur
kimler ağlar diye de düşünüyorum.
Yaklaşık yarım saatlik
dehşet dolu bir yürüyüşten sonra en sonunda bir arabanın
geldiğini gördüm. Yüzümü en masum/mazlum haline getirerek
otostop çektim arabaya. Sanırım şoförün iyi günüymüş
zınk
diye durup beni aldı.Tanrım nasıl da rahatlamıştım. Adama
durumu anlattım heyecanlı heyecanlı, nasıl alerjim
olduğunu,
hain arıların nasıl da en olmayacak yerlerde beni bulup soktuğunu
söyledim. Adam "Şanslıymışsın o kadar arı
arasında bir
tanesi bile gelip sokmamış" dedi. Karşılıklı gülmeye
başladık. Tam o sırada kolumda zınk diye bir acı
hissettim.
camdan giren bir arı "Seni boş göndermeyiz, ne bu acelen daha
karpuz kesecektik" dercesine sokmuştu.
Diğer
bir dehşet dolu anıma ev
sahipliğini ise Kolombiya yaptı. Kolombiya'da tanrının adını
unuttuğu Dibulla isimli bir balıkçı
kasabası buldum. tam kafa
dinlenecek yermiş diyerek orada kalmaya başladım. Genel olarak
sıcak kanlı insanlar
olduğu için deniz kıyısında balıkçılarla
beraber çardakların altına oturup bira içerek, onlarla kağıt
oynayarak günlerimi
mutlu mesut geçiriyorum.
Bir gün havadan
sudan sohbet ederken oradaki arkadaşlarımdan Carlo "Sen hiç
timsah gördün mü? Görmediysen ben yarın hindistan
cevizi toplamaya gideceğim. Orada bir nehir var timsah kaynıyor.
benimle gel
timsah besleriz" dedi. Havalara zıpladım tabii.
ertesi gün sabah erkenden hazırlandık, sahilden timsahı beslemek
için 2-3
kilo balık aldık. Carlo'nun sütçü beygiri
havasındaki atını da yanımıza alıp başladık yürümeye.
Bildiğin lost adası gibi bir
atmosfer, bir tarafımız hindistan
cevizi ağaçları bir tarafımız okyanus . Yol falan yok tabii. Yürünebilirlik durumuna göre kimi zaman plajdan kimi zaman ormandan
gidiyoruz. Ata bir o bir ben binerek yaklaşık 2,5 saatlik bir
yürüyüş sonunda Carlo' nun bahsettiği nehire geldik. Hikayeyi
uzatmayayım timsah olayını başka bir zaman yazarım.
Yanımızdaki
balıkları suya vurarak timsah çağırdık ve
besledik. Carlo kendi hindistan cevizi tarlasına gidip hindistan
cevizi
toplayacağını, 1 saat içinde döneceğini, onunla
gitmemin ve yorulmamın gereksiz olduğunu tek başına daha çabuk
toplayıp geleceğini söyleyerek beni dalgaların az olduğu bir
koya bıraktı. Çıkarttım elbiselerimi atladım suya. Biraz yüzdüm.
Bir süre yüzdükten sonra sanki çok gerekliymiş gibi kumda biraz
güneşleneyim dedim. Yüzüstü uzandım
kumlara ki "zınkkkkk" diye
bir ağrı girdi sol mememe. Herhalde sivri bir taşçık var o battı diye düşünüyorum. Aklıma
arı, böcek vs sokmasını da
getirmiyorum. Vücudumu sağa sola
oynatarak biraz kenara kayayım taştan kurtulayım dedim. Tanrım! Ağrı daha da
şiddetleniyor, yayılıyor. Hafif doğruldum ki meme
ucunun hemen altında hafif ezilmiş ölü bir arı sallanıyor. Ananı! dedim can havliyle(sanırım insan canının
derdine düşünce içindeki seksist canavar uyanıyor)
Ne
yaparım ben şimdi, cep
telefonu yok, kortizonlar kaldığım
kasabada çantamın içinde, bir tarafım orman bir tarafım okyanus,
2,5 saat boyunca hiç
insan ya da evle karşılaşmadan yürümüş
gelmişiz, en yakın insan 2,5 saat uzaklıkta. Carlo desen hindistan
cevizi
toplamak için ormanın içine dalmış nerede olduğu belli
değil. Kalbim başladı küt küt atmaya. her zamanki gibi ölürsem
cesedimi ne zaman bulurlar, cesedim Türkiye'ye ulaştırabilir mi,
cenaze töreninde kimler nasıl ağlar diye düşünüyorum
(her
ölüm tehlikesi yaşadığımda nedense cesedim ne olacak diye
düşünüyorum).
En iyisi kasabaya doğru gideyim
koşa koşa,
orada sağlık ocağında kurtarırlar beni kesin dedim. Başladım
koşar adım gitmeye, kalbim küt küt. bu kez
"ulan"
dedim "şimdi hareket ediyorum diye kan dolaşımım hızlanıp
zehir daha hızlı yayılırsa ne yaparım?". İki ucu
boklu değnek, yürümeyip Carlo'yu beklesem bir dert, kasabaya
doğru yürüsem bir dert. dedim en iyisi koşmadan yürüyeyim derin derin nefes alıp
ritmimi düzenleyeyim belki ölmem. Yok kalbim hala küt küt. Korkudan oluyor herhalde
dedim. Baktım kalbin hızlı atmasından
kurtuluş yok battı balık yan gider hesabı başladım koşmaya. Carlo ile 2,5 saatte
geldiğimiz mesafeyi 1,5 saatte almışım. Neyse ki korktuğum başıma gelmedi de sağlık ocağına ölmeden
yetişebildim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder