31 Aralık 2011 Cumartesi

Kakushi Ken Oni No Tsume

Japon Sinemasının pek sevilen yeni nesil korku filmleriyle örülü bataklığından silkinip eski ihtişamlı günlerine geri döndüğünü muştulayan, Yoji Yamada'nın batı dünyasında Hidden Blade olarak bilinen bu filmi,  The Twilight Samurai  ( Tasogare Seibei) ile başlayan bir üçlemenin ikinci filmi oluyor. Yoji Yamada  üçlemenin diğer iki filmindeki gibi alt sınıf samuraylar ve çiftçilere fazlasıyla hakettikleri değeri yükleyip, üst sınıf samuraylara her türlü ahlaksızlık ve çürümüşlüğü yakıştırırıyor. İşin ilginç yanı Yamada'nın da  fazlası ile etkilendiği  1950 ve 1960'lı yıllarda yapılan Japon filmlerinde dikkatimizi çeken, kadınlara az değer verilmesi, hikayelerde samuray kahramanların aşk yerine onuru tercih etme kuralı Yoji Yamada tarafından tam anlamı ile ters yüz ediliyor. Üçlemenin tüm filmlerinde 'aşk' başrolde. Serinin diğer iki filminde olduğu gibi bu filmde de kahramanımızın kendine özgü , diğer samurayların bilmediği bir tekniği var ve diğer filmlerde olduğu gibi  filmin sonunda bu tekniği bizler de görüyoruz. Filme de ismini veren Hidden Blade tekniği benim önceden japon filmlerinde rastlamadığım  ilginç bir teknik. Neyse  filmi daha çok anlatmadan doğrudan izlemenizi  tavsiye etsem daha iyi olacak.



Daha çok anlatmayayım dedim ama elimde değil. Biliyorum, spoiler veriyorsun diye bana kızacaksınız ama söylemezsem çatlarım.  Katagiri' nin usta Toda'dan , Hazama ile dövüşmeden bir gün önce öğrendiği kendini geri çekerek ve rakibi ile göz temasını keserek dövüşme tekniği(yukarıda bahsi geçen gizli teknik değil bu korkmayın),  Tatsuya Nakadai'nin harikalar yarattığı, benim pek sevdiğim, hatta şu an bloğun arka plan resminde bir sahnesini gördüğünüz   Dai Bosatsu Toge  filmine Yoji Yamada`nın selamı niteliğinde. Aynı Dai Bosatsu Toge deki gibi kılıç aşağı doğru indirilir ve sürekli geri çekilerek rakip kızdırılır, herşeyden vazgeçtiğinizi sanan rakip saldırınca ölümcül vuruş gerçekleştirilir.



Tamam tamam daha fazla spoiler vermeyeceğim kızmayın. Siz siz olun Trailer'ı izledikten sonra ilk iş bu filmi edinip seyredin.


Japon filmleri iyidir


Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

30 Aralık 2011 Cuma

Her vatandaş sansürü tadacaktır

Gazetecilerin, gazeteci, öğrencilerin, öğrenci olduğu için hapse atıldığı, insanların kaçakçı oldukları için hava saldırısı ile öldürüldüğü bu bataklıkta gün geçmiyor ki yeni bir ileri demokrasi uygulaması ile karşılaşmayalım.

Son sansür dalgası, bloğun sağ tarafındaki takip edilecek bloglar listesine özenle eklediğim ve takip etmekten büyük zevk aldığım Öteki Sinema'yı vurdu.  Öteki Sinema özellikle B tipi filmlere merakı olanların iyi bildiği bir site. Konuya hakim 14 güzel insanın, "x filmini çok beğendim, süper çekmiş yönetmen, kesin gidin yoksa hatırım kalır" türü alışıldık film incelemelerinin oldukça dışında, özenli, bilgilendirici incelemeler yaptıkları bir site. Mesela ben de film tanıtımı yapıyorum bloğumda ama görüleceği üzere  bu arkadaşlar gibi değil. Benimkiler anca "süper filmiş kesin gidin" şeklinde oluyor.

Öteki Sinema ekibi sitelerinde yayınlanan bir yazı yüzünden BTK TİB  tarafından uyarıldılar. Srpski Film yani A Serbian Film'i duymuşsunuzdur. İşte bahsi geçen yazı o film hakkında bir inceleme yazısıydı. Tamam belki hepimiz sinema filmlerinin bazı sahnelerinin sansürlenmesine hatta bununla yetinilmeyip gösterimlerin yasaklanmasına bir şekilde alışığız. Buna alışmak ne menem bir şeyse artık! Ama görülüyor ki  bu ülkede sinema filmlerini sansürlemek artık birilerine yetmiyor ki bir sinema filmi hakkında yazılan bir inceleme yazısı bile sansür konusu olabiliyor. Hatırlıyorum da 90'lı yılların başında yılbaşı gecesinde saat 12'yi vurduğunda üstsüz dansöz çıkartan TV kanalları vardı bu ülkede. Şimdi ise televizyonda bırakın üstsüz dansözü, bırakın kan, şiddet görüntülerini, öpüşme sahneleri bile sansürleniyor. Ve ne yazık ki biz buna alıştık.


Şimdi aynı tehlike hem internet hem de yazılı basın üzerinde geziniyor. Haber yazdığı için gazeteciler hapse atılıyor, bunun sonu artık gazetecilerin haber üretmemesi, iktidarın sesi olmasıdır. Nitekim daha dün köylülere karşı yapılan hava saldırısının haberini veren haberciyi canlı yayında haber müdürü engellemedi mi? İnternet üzerinde ise Atatürk'e hakaret edildi gerekçesi ile video paylaşım sitelerinin engellenmesi ile başlayan, filtre tartışmaları ile taçlanan ve ekşi sözlük yazarlarına açılan davalar ile gelişen süreç artık sinema incelemelerini bile sansürlüyor.

Buna da alışmayalım!



Öteki Sinema'yı yalnız bırakmayalım!



Sansüre karşı sesimizi yükseltmenin zamanıdır


İşte birilerini rahatsız eden o pek tehlikeli inceleme tıklayınız






Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

26 Aralık 2011 Pazartesi

Seppuku

Tatsuya Nakadai`nin tanrılara yaraşır oyunculuğu ve  Toru Takemitsu`nun sarsıcı müzikleri ile taçlanan   bu Masaki Kobayashi filmini kesinlikle izleyin derim. Üstad Kobayashi 1967 yılında çekeceği Jôi-uchi Hairyô Tsuma Shimatsu  gibi bu filmde de samuray dünyasının üzerindeki kahramanlık örtüsünü kaldırıp alttaki feodal çöplüğü gösteriyor. Masaki Kobayashi  anlatacak hikayesi (işin ilginci shakespeare hikayesi değil bu hikayeler) olan ve bu hikayeyi dolandırmadan , birbirinin peşi sıra gelen ağır şamarlar ile anlatan bir yönetmen.


 
Masaki Kobayashi dışarıdan cezbedici görülen samuray yaşamının aslında ince işlenmiş örgütlü/bürokratik dişliler arasında sıkışmış insanların hikayesi olduğunu, bildiğimiz samuray imgesini alaşağı ederek gösteriyor. Filmin daha yazıları yazarken ilk 4 dakikada gördüğümüz boş savaşçı zırhı, ronin' in sarayın tüm görkemi ve boş koridorların ağırlığı karşısında boğulmuş hali ve bunların üzerine  Nora Inu`daki gibi kasvet dolu sıcaklar eklenince bu sıkışma ve çaresizlik halini tüm ruhunuzla  hissediyorsunuz. Spoiler batağına düşmemek için daha fazla uzatmayayım. Samuray dünyasının üzerindeki süslü yaldızları kaldırıp alttaki çürümüş tahtaya bakma fikri sizi heyecanlandırıyorsa, bu filmi ve ardından Jôi-uchi Hairyô Tsuma Shimatsu  adlı filmleri izleyip Masaki Kobayashi ile tanışın. Zaten bu filmleri seyrederseniz şeytan sizi  Kaneto Shindo, Kenji Mizoguchi , Yasujiro Ozu,  Kihachi Okamoto gibi yönetmenleri izlemeniz için dürtecektir.





Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

25 Aralık 2011 Pazar

Askerlik ve kölelik

"Askeri komuta'nın insafına kalmış güç, çoğunlukla mutlak yetkinin görkemli bir biçimde uygulanmasına dayanan bayağılık, her zaman bir asttan daha çok inanılan gerçeklik, küçük rütbeli subayları adamlarını uşaklarıymış gibi görmeye ve onları özel hizmetlerinde kullanmaya götürür; disiplinin savaş için koyduğu ast- üst ilişkisi ve bağımlılık, barış döneminde köle ruhu ilişkisine döner. Bir kışla aşağı yukarı bir efendiler ve uşaklar topluluğudur artık: askeri hayatın hiçbir çizgisi bundan daha feodal görünüşlü değildir. Garip bir toplumsal denkleştirme ve öç alma oyunu çıkar ortaya: sivil hayatta hiç bir önemi olmayan bir çavuş, genç bir avukata ya da maden mühendisine odasını süpürttürüp, kovasını boşalttırarak ezikliklerin güzelce öcünü alır."




Paul Nizan, Fesat sf.85 (Ö. İnce) Bilgi yayınevi 1975
Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

17 Aralık 2011 Cumartesi

Arı Alerjisi


Pek sinsi bir alerjidir 40 sene mutlu mesut yaşayıp 41 yaşında bile arı zehirine karşı alerji geliştirmeniz mümkün. O yüzden dikkatli olmak lazım. Ama dert değil 1-2 kere şoka girdikten, hastanelerde yattıktan sonra seve seve bu alerjii ile birlikte yaşamayı öğreniyorsunuz. Bu hain arı milleti yüzünden senelerdir sırt çantamda şırınga ve kortizon taşıyorum. Tatile çıktığımda, yeni bir yere gittiğimde ilk iş olarak yeni tanıştığım insanlara eğer şoka girersem ne yapmaları gerektiğini anlatıyorum. 

Bu hain arı milleti kimin onların zehrine karşı alerjisi olduğunu hissediyor sanki ve sizi gördüklerinde tim halinde saldırıyorlar. Aralarında şöyle konuşmaların geçtiğine eminim; 

-Şu sakallı herif sanki alerjik gibi

-Evet, ben de öyle hissettim bir an

-Hadi sokup öldürelim onu. sen sağdan dal ben soldan

-Kraliçe aşkına saldırınnnn

Yoksa bu arı milleti kendi doğal yaşam alanları olmayan kent merkezi, metro, otobüs gibi yerlerde bile yüzlerce kişi arasından niye beni seçip ikide bir soksunlar. Hayır zamanında gidip arı yuvası bozmuşluğum, kovanlarına sopa sokmuşluğum falan da yok.
Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

7 Aralık 2011 Çarşamba

Geceleri kapımın önünde nöbet tutan canavarlar

Hatırlıyorum da ufak, ufacık bir çocukken uykumda çişim geldiğinde kalkıp tuvalete gitmek ne zor işti benim için. Odam ile tuvalet arasında, beni yemek için odadan çıkmamı dört gözle bekleyen yaratıklar olduğuna inanıyordum. Tuvalete gitmemek için kendimi sıkıyor da sıkıyor, yatağın içinde dört dönüyordum ama nafile. İyice dolan mesanemin de baskısıyla mecbur yatağımdan çıkıyordum. Dışarıda "Çıksa da yesek"  diye nöbet tutan yaratıklar benim dışarı çıkacağımı anlamasın diye odamın kapısına bir balet gibi parmak uçlarımda  yavaş yavaş gidiyordum. 
  
Usulca kapıya kulağımı dayıyor ve  bir süre koridoru dinliyordum. Koridorda pusu kurmuş yaratıkların benim yataktan çıktığımı farketmediklerine iyice  kanaat getirince; kapıyı hızla açıp koridora fırlıyor ve yaratıklar beni yakalayamasın diye 100 mt koşucuları misali uzun koridorda bir depar atıp tuvalete varıyordum. Tuvalete bir panik girip hızlıca kapıyı kapatıyordum. Soluk soluğa çişimi yapıyor. Yaratıkların "yuh yahu nasıl kaçırdık" diye afallamalarından faydalanmak için fazla beklemeden hemen  aynı hızla odama koşuyordum. Her seferinde yaratıkların ben çok/acayip/felaket hızlı olduğum için beni yakalayamadıklarını düşünüp gururlanıyor, yatağa sağlam dönmenin tatlı huzuru ile yeniden uykuya dalıyordum.

Şimdilerde düşünüyorum da acaba neden odam ve tuvaletin içindeyken kendimi güvende hissediyordum? Buna bir türlü anlam veremiyorum. Koridorda bekleyen canavarlar koridora kadar gelip de nasıl oluyor da odama ya da tuvalete giremiyorlardı? Gerçi boşverin iyi ki odamı ve tuvaleti dokunulmaz bölge olarak görmüşüm yoksa geceler  çok korkunç olurdu benim için.



Not:
Bu arada  yukarıda kullandığım görsel, Amerikalı yazar (çizer) Maurice Sendak'ın 1963 yılında çıkardığı 'Where the Wild Things Are' isimli kitaptan. Bu kitabın geçtiğimiz yıllarda güzel de bir filmi çekildi. Hala okumamış/izlememişseniz kitabı ve filmi bir şekilde edinip okumanızı/izlemenizi tavsiye ederim. Umarım benim gibi seversiniz.


Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş

3 Aralık 2011 Cumartesi

Mercimek Çorbası

Çorbalar arasında favorin hangisi derseniz, kesinlikle 'Mercimek Çorbası' derim.  Gerçi her ne kadar ben bu çorbayı yaptığımda arkadaşlarım "Ama bu mercimek çorbas değil ki resmen sebze çorbası olmuş" diye itiraz etseler de  bu çorbayı yapmayı da yemeyi de pek severim. İstedim ki sizler de bu lezzetten mahrum kalmayın. 

Malzemeler şu şekilde; 

- Kırmızı mercimek

- Orta boy  soğan 

- Büyük bir havuç

- Orta boy patates

- Bir tane orta boy  kereviz  (baş kısmı, dilerseniz yapraklarını da kullanabirsiniz, sapları kullanmayın)

- Salça 

- Yağ (Ben zeytinyağ kullanıyorum, siz zevkinize göre kullanın.)

Soğan, havuç, patates, havuç ve kerevizi bir güzel küçük küçük doğruyoruz vitamini kaçacak diye bir korkunuz yoksa doğrudan rendeleyin,
Paylaş/Kaydet/Takip et Paylaş
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...